İBRAHİM MÜTEFFERİKA

İbrahim Müteferrika; 1674'de Macaristan'ın Kolaszvar (Kluj) kentinde doğmuştur. Asıl adı bilinmemektedir. Kloszvar'da rahip kolejinde gördüğü Hıristiyanlık bilimleri öğrenimini 1689'da tamamlamıştır. Yaşam öyküsünü yazmaya çalışan Macar rahibi Imre Karaçun’a göre, 1690’larda Koloszvar’ı ele geçirmeye çalışan Holosburglara karşı Orta Macar Kralı Thököly İmre’nin ayaklanması sırasında Türklere esir düşmüş, İstanbul’da esir pazarında satılmış, zor altında Müslüman olmuş, İbrahim adını almış, Türkçeyi, İslâmiyet bilimlerini çabucak öğrenip yükselmiştir (Maden, 1980:86). İbrahim Müteferrika’nın hayatıyla ilgili olan bu yanlış yaklaşım günümüze dek yerli ve yabancı birçok kaynakta kullanıldı. Fakat bu konuda ayrıntılı bir araştırmanın sahibi olan Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma adlı eserinde, İbrahim Müteferrika’nın kendi yazdığı kitabı olan Risale-i İslâmiye’yi 300 yıl sonra günümüz Türkçesine çevrilmesiyle birlikte bu fikrin değiştiğini, onun kendi isteğiyle Müslümanlığı seçtiğini ve Osmanlılara sığındığını yazar (Berkes, 1979:58).

Müteferrika, Koloszvar’daki koleji bitirdikten sonra, kiliseye karşı çıkan inanç ve düşünce özgürlüğünü savunan, fizik, astronomi, coğrafya gibi modern bilimlerde kendini geliştiren bir topluluk içinde bulunan hocalardan ders alır. İbrahim Müteferrika da birçok katolik inancını saçma bulan Protestanların Unitorian kilisesine bağlı idi. Müslümanlıkla, Unitoriusçuluk arasındaki kavramsal yakınlıktan etkilenmiştir. 1699’da İbrahim Müteferrika Erdel’de yaşayan halkın büyük bir çoğunluğu gibi Osmanlı Devleti’ne sığınıp müslüman ve Türk oldu (Berkes, 1962:715-737).

İLK TÜRK MATBAASI

İbrahim Müteferrika, baskıcılıkla ilgili ilk deneyimlerini Kolojvar'da yaşamıştır. Tanınmış bir harf dökümcüsü olan Misztotfalusi Kis, 1689 yılında Kolojvar'da Avrupa'nın en titiz matbaalarında birini açmış, Müteferrika'ya ilk baskı bilgileri burada verilmiştir.
İbrahim Müteferrika tarafınan 1727 yılının Temmuz ayında İstanbul’un Yavuzsultanselim semtinde kurulmuştur. İbrahim Müteferrika, matbaa kurma girişimini gerçekleştirmek amacı ile baskı sanatının yararlarını anlatan “Vesiletü’t tıba’a” adlı layihasını hazırlayıp sadrazam Damat İbrahim Paşa’ya sunmuştur.
Bu layihasında, kitap çoğaltmanın hem halk için hem de yüksek zümre için zararlı olduğunu, böylelikle basılan eserlerin İslam dünyasında yayılma olasılığının artacığını, kitap basılırken düzeltme safhasından geçeceği için öğretenler vve öğrenenlere bir güven vereceğini, yazma eserlerin sudan ve nemden mürekkepleri dağıldığı halde baskı işinde kullanılan mürekkebin kalıcı olması yüzünden daha iyi olduğunu, çoğalan kitabın ucuza mal olacağı için basılı kitabı elde etmenin kolay olduğunu ve kitap basmanın İslamiyete hizmet olduğunu belirterek matbaa kurmak için izin istedi. Bu isteği tutucu kesim tarafınan şiddetle engellenmek tehlikesiyle karşılaşınca, bu defa sadrazama bir arz-ı hal sundu. Bu arz-ı halde, kitap basabilmek adına Sultan 3.Ahmedd tarafından bir ferman ve Şeyhülislam tarafından bir fetva verilmesini istedi. İlk iş olarak Cevheri’nin Vankulu tarafından tercüme edilen lugatini vasmak istediğini ve bunun için de örnek olarak bu lugatten birkaç sahifenin basılmış şeklini göndererek matbaa hakkında bilgi verdi. Arz-ı halin devamında, Sekiz yıldan beri bu işte gayret sarf ettiğini, bundan böyle artık korunmaya ve yardım amuhtaç olduğunu, hiçbir gelirinin olmadığını da belirtti.


“İNSANLIĞIN EN BÜYÜK BULUŞU OLAN BASKI SANATI;
UYGARLIĞIN ANASIDIR.”

Ahmet Cevdet Paşa

FUZYUZAT-I MIKNATISİYYE